top of page

"Müceddid"

Cenab-ı Allah,

insanlara doğru yolu

göstermek için,

ihtiyaç nisbetinde

onlara zaman zaman

peygamberler göndermiştir.

Rivayetlere göre bu 

peygamberlerin sayısı

en az 124 bin dir.

Bu peygamberlerin

birincsi 

Hz. Adem (a.s) 

sonuncusu

Peygamberimiz

Hz. Muhammed (a.s.m.) 'dır.

Hz. Muhammed (a.s.m.) sonra artık

peygamber gönderilmeyecektir.

"Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir.

O, ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur."

(el-Ahzâb, 33/40).

Diğer ümmetlerde olduğu gibi

Peygamberimizin ümmeti

arasında da zamanla bid'at

ve hurafeler baş gösterebilir

ve bunun neticesinde

Müslümanlar dinden ve

peygamberimizin sünnetinden

uzaklaşmakla karşı karşıya

gelebilirler.

Ayrıca

her gün değişen

hayat şartları ve

ilerleyen teknikle birlikte

bir takım yeni meseleler

ortaya çıkar ve

bunlara dinî açıdan

bir hüküm verme

ihtiyacı doğar.

Toplum içinde çıkan

bid'atlere karşı koyacak,

dine yapılan saldırılar

karşısında dini savunacak,

yeni meselelere

bir çözüm bulabilecek 

daima islam alimleri

gelmiştir.

Müslümanlara

yeniden dinlerini öğretip

onları yönlendirecek

şahsiyetlere de bu

ölçüde ihtiyaç hissedilir ki,

peygamberlik müessesesi

sona erdiğinden ve

bundan sonra artık

peygamber gelmeyeceğinden

bu görev Peygamberimizin

ümmetinden çıkan

âlimlere düşmektedir.

 

Bu âlimlere dinî literatürde

"müceddid" denilmektedir.

Peygamber Efendimiz bir

hadis-i şeriflerinde

şöyle buyurmaktadır :

"Şüphesiz ki,

Allah her yüzyılın başında

bu ümmete dinî işlerini yenileyecek

bir müceddid gönderecektir."

(Ebu Davud, Melahim, 1).

MÜCEDDİD, yenileyen,

yeni bir şekil veren,

yeniden güçlendiren.

Peygamberimizin

sünneti terk edilip

bid'atlar yayılınca

ya insanlara yeniden

dinlerini öğreten ve

bu bid'atleri bertaraf

etmeye çalışan İslâm bilgini;

"cedde" fiilinden ism-i fail.

Hadisin bazı rivayetlerinde,

gönderilecek müceddidin,

Rasulûllah'ın temiz sülalesinden

olacağı bildirilmiştir.

 

Ayrıca gelecek müceddidin

bir değil birkaç olacağını

söyleyenler de vardır.

İmam Suyutî

tecdid hadisesi hakkında

bir eser yazmış ve

gelip geçen müceddidleri

gösteren manzum cedveller

nakletmiştir.

 

Son cedvele göre

o zamana kadar gelip geçen

müceddidler şunlardır:

Ömer b. Abdulaziz,

İmam Şâfiî,

İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî,

Ahmed İsferanî,

İmam Gazalî,

Fahruddîn Razî,

Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd ve

İmam Bulkînî (Bulukkînî).

Dinde reform yapmak isteyenler,

müceddidle ilgili bu hadisin

kapsamına girmez.

Nitekim gelmiş geçmiş

bunca ulema içinden

bir tanesi bile bu hadisi dinde

reform manasına almamıştır.

Mü ceddid ile

teceddid'i

birbirine karıştırmamak

gerekir.

Zira aralarında büyük fark vardır.

teceddid, yenilik taraftarı olan,

İslâm ile câhiliyye

(bugünkü anlamıyla pozitivizm, materyalizm)'nin

uzlaştırılmasından yeni bir sentez ortaya çıkaran

ve ümmeti cahiliyye

rengine boyayan kimsedir.

Bunların gayesi dini tecdid değil

onu yeniye uydurmadır.

Müceddid ise;

İslâm'ı cahiliyyenin

bütün unsurlarından

temizleyen sonra da

mümkün olduğu kadar

onu katışıksız olarak,

olduğu gibi hayata iade

eden demektir.

 

Müceddid ile,

Peygamber arasında fark vardır.

Peygamber;

Allah tarafından

açıkça emir almıştır.

Kendisine vahiy gelir,

peygamberlik davasıyla

işe başlar ve insanları

kendisine davet eder;

îman veya küfür

onun davasını kabul etmeye

veya etmemeye bağlıdır.

Müceddid böyle değildir.

 

O, Allah tarafından memur

olsa bile teşriî olmayan,

bir din ve düzen getirmekle

ilgisi bulunmayan

bir emirle memûr olabilir.

Çok defa kendisi müceddid

olduğunu farketmez,

ancak kendisi vefat ettikten

sonra fark edilir.

Müceddidde bulunması zarurî

olan vasıflar şunlardır :

Berrak bir zihin,

keskin bir görüş,

dosdoğru bir düşünüş,

ifratla tefrit arasındaki

orta yolu bulma ve

buna riayet etmeye

ait nadir kudret,

asırlar boyu yerleşip

kökleşmiş kanaatlerin ve

yeni durumların tesiri altında

kalmaktan sıyrılmış

tefekkür gücü,

doğru yoldan sapıtmış

olan zamanının gidişi ile

mücadele cesareti,

yeniden kurmak ve

ictihad etmek için

gerekli olan ve Allah tarafından

bağışlanmış bulunan liderlik

ve önderlik kabiliyeti...

Ayrıca müceddidin

İslâm esasları

gönlünün derinliklerinden

kabul etmiş ve kendi görüş,

anlayış ve düyuşu içinde

gerçekten inanmış olması,

en küçük işlerde bile

İslâm ile câhiliyyetin

farkını bilmesi,

asırların topladığı çıkmazlar

yığını altından hakkı,

gerçeği gün yüzüne

çıkarması gereklidir.

Tecdîd işinin aşağıda

belirtildiği üzere

çeşitli şubeleri vardır :

Müceddidin,

içinde yaşadığı muhite ait

hastalıkları doğru bir şekilde

teşhis etmesi gerekir.

Bunun yolu;

zamanın durumunu

her bakımdan dikkatle

gözden geçirerek cemiyete

cahiliyyenin yerleştiği noktaları,

tesir derecesini,

bunların topluma yayılma

yollarını anlaması,

etkilerinin hayatın hangi

noktalarına kadar vardığını,

hâlihazır durumda gerçek

Müslümanlığın yerinin

ne olduğunu görmesidir.

Müceddid,

topluma yönelik ıslah

çareleri bulmalı;

yani cemiyet üzerinde

câhiliyyetin galebesini yok edip

İslâm'ın sosyal hayata

girme imkânını hazırlamalıdır.

 

Müceddid,

kendisini deneyip

imtihan ederek;

yapabileceği işin

sınırını çizmeli;

güç ve kuvvetini ölçmelidir.

Müceddidin

fikri ve nazari bir

inkılap meydana getirmek

için çalışması;

yani insanların düşüncesini,

inançlarını, duygularını,

ahlâk görüşlerinin yönünü

İslâm'a uygun bir hale

getirmesi, eğitim ve öğretim

sistemini ıslah etmesi,

İslâm ilim ve sanatlarını

ihya etmesi...

 

Özetle yeniden

saf İslâm ruh ve

düşüncesini diriltmesi,

onun en temel işlerindendir.

 

Müceddid,

amelî ıslah

hareketini ele almalı,

câhiliyye âdet ve

geleneklerini iptal etmeli,

ahlâkı temizleyip yükselterek,

islâmî manâda lider

olacak kişileri yetiştirmelidir.

Müceddidin,

dinin genel hükümlerini

ve temel gayelerini bilmesi,

kendi asrındaki teknik

ilerleme ve medenî gelişme

şekillerinin yön ve

durumlarını anlaması,

önceki nesillerden miras kalan

eski medeniyet tablosunda

yapabileceği tadil ve

değiştirme için bir yol

çizmesi ve metod bulması,

bunu yaparken

İslâm dininin ruh ve selâmetini

ve gayelerinin gerçekleşmesini

temin etmesi,

gerçek medeni ilerlemede

İslâm'ın cihanşümul önderliğine

imkân vermesi gerekir.

(Abdülcelil ÜNALAN)

 

Tavsiye

Son Müceddid,

Bediüzzaman Hazretlerinin

yazdığı ve bu asra en uygun 

Kuran Tefsiri olan eserlere

Risale-i Nur Küllıyatı ve 

onu okuyanlarada 

Risale-i Nur Talebesi

denmektedir.

 

Bir Risale-i Nur Talebesinin 
çalışmalarının zaman

olarak takriben 
%20 'si cemaat ile
%80 'ni ferdi gayretlerle olur.

Risale-i Nur Akademisinde ki
Hazırlık ve Dost döneminde

daha çok %80 lik ferdi çalışma

(kendini yetiştirme)

kısmına hitap edilmektedir.

Kardeş ve Talebe döneminde

ise %20 lik cemaat ile yapılacak

faaliyetlere hitap edilmektedir.

Risale-i Nur Akademisinin

bu tarzını herkes uygulamak

zorunda olmadığı
gibi
çalışmayı sadece ilmi

bir sistematiğe sokmak da

yardımcı olabilir.

 

Bizim sanal alemdeki

akademimiz de asıl gaye

eğitim alıp hoca olmaktan

ziyade ( Kur'an'a ) talebe

olmak en büyük şereftir.

Evvela nefsimize sonra

insanlarla ilgilenmek onlarla

muavenet etmek lazımdır.

 

Bu yardımlaşma sırrını

yakalayarak başta kendine

yardımcı olmak sonra

o ilmin zekatını verme adına

diğer insanlara yardımcı

olmaya çalışılmalıdır.

Kendini onlara ders arkadaşı

yapabilmek için,

insanlara emri bil mağruf

ve nehyi anil münker

çerçevesinde olan,

Kuran tefsirindeki iman

hakikatlerini öğrenmeye

davet etmektir.

Bu faaliyetler içerisinde

bulunurken iki tavsiyemiz

dikkate alınmalıdır:

1. Bu zaman da hodbin /

hodendiş / hodgam kişilik ile

nefisperest ve ben eksenli

bir eğitime başlamış bir durumun

etkisinden kurtulup cemaatin /

ümmetin bir parçası olabilmek

maksadıyla hep beraber

oluşturulacak bir şahsi

maneviye' ye ortak olabilmeyi

hedeflemelidir.  

Akademimizin faaliyet yüzdesi

olarak tavsiyesi manevi

faaliyetlerde cemaat ile

faaliyet vaktimizin %20

oranını yakalamayı cehd

etmek için Kuran’i gerçekler

olan iman hakikatlerinin

okunduğu yerlere yani

Risele-i Nur Medreselerine

düzenli giderek derslere

katılmak zorundayız.

 

Bir talebenin düzgün

eğitim alabilmesi için

hafta da en az kaç defa

bir eğitim

kurumuna gitmesi

gerekmektedir ?

Zaman kıtlığı olan bu

çağımızda bizlerin tavsiyesi

manevi okula yani

Risale-i Nur

Medreselerindeki derslere

 haftada en az 2-3 defa

gidilmesinde fayda vardır.

1198_11.jpg

Bu gidişin bir niyeti,

bir tarzı olmalıdır.

Orada beni görsünler veya

arkadaşlarla beraber

hoş vakit geçirmek asli

gayemiz olmamalıdır.

Ancak nefsini o kur'ani

hakikatlerden istifade

ettirmek olmalıdır.

Onlarla veya manevi

konular ile eğlenerek

beraber çay içmek

veya hatibi kontrole gider

gibi veya bir turist /

ziyaretçi mantığıyla

olmamalıdır.

Ancak öğrenme amacıyla

gidilip kitapla, defterle,

kalemle giden

 daha çok istifade edebilir.

Ders esnasında okunan

veya müzakere edilen

iman hakikatlerinden istifade

ve akılda daha çok kalmasını

sağlamak için azami gayret

ve çok ciddi bir dikkat ile

ders takip edilmelidir.

 

Ayrıca diğer önem ittihaz

eden bir noktada,

evlerimizi birer medrese

haline getirmeye

azami dikkat ve gayret

göstermeliyiz. 

 

Soru :

Diyelim ki haftada en az

iki - üç defa cemaat ile

derslere iştirak ettik.

Daha çok istifade etmemiz

gerektiğini anladık.

Faaliyet vaktimizin %80’ lik

kısmını hakkıyla ifa

etmemiz için,

evlerimizi de medrese

haline getirdik.

 

Bu ev medresesinde

asrımızın hayat şartlarına

uygun Kur'an Tefsiri olan

Risale-i Nurlarla meşgul olma

adına nasıl ve ne kadar

okumak yeterli olacaktır ?

 

İşte akademimiz,

sizlere bu noktada yardımcı

olabilecek bazı

fikirler ile tavsiyelerde

bulunacaktır.

 

2. %80 faaliyet oranımız

olan ferdi gayretler

içindeyken ilgili olduğumuz

veya ilgilendiğimiz insan sayısı

veya harcadığımız zaman

ne kadar daha çok olursa

o kadar çok talim etmiş oluruz

ve o talim kadar da daha

çabuk yetişmiş oluruz.

Burada evvela küçük daireden

( kalp / nefis ) başlanmasında

daha çok fayda olabilir.

bottom of page