top of page
Kuran

      Neden bu menheç ?

Unsere Schwesterseiten / Kardeş Şitelerimiz     :         https://www.ailegitimi.com/        https://www.tekvandoakademisi.com/

* * *

Not: M. Ali KAYA'nın

"TECDİD VE MÜCEDDİDLER"

adlı şu makalesini de

okumanızı tavsiye ederiz:
* * *
Tecdit,

yenileme, ıslahat anlamına gelir.

Teceddüt ile karıştırılmamalıdır.

Zira teceddüt,

modernizm anlamındadır.

 

Tecdid,

İslam'ı, cahiliyenin

tüm unsurlarından

temizleyerek katıksız ve saf

bir şekilde aslına irca etmektir.

Müceddid,

bir peygamberde bulunması

gereken vasıfları taşıyan

bir din âliminin, akıl, zeka, ilim,

ehliyet ve mücadelesi ile,

İslam'ı ilk devirlerdeki

gibi anlatmasıyla,

kendini ehl-i ilme kabul

ettirmesidir.

Bu, manevi liderlik

ve önderlik demektir.

Peygamberler

vahye mazhardırlar.

Müceddid ise,

vahyi anlayıp anlatmada

ilhama mazhar olan kimsedir.

Müceddide,

ancak ruh

ve tabiatında eğrilik

bulunan kimseler

muhalefet ederler.

Kur'an,

kıyamete kadar

hükmü baki olduğundan

gelişen ve değişen

zaman dilimi içinde,

değişen anlayış ve

görüşlere Kur'an'ın

sönmez ve söndürülmez

bir güneş olduğunu anlatmak

ve izah etmek gerekecektir.

Bunu elbette

"Âlimler" yapacaklardır.

Bu âlimler "Allah'tan korkan" (1)

ve Kur'an'ın kastettiği

manalara vakıf olan

kişiler olmalıdır;

yoksa din ve hukuk alanında

uzman olanlar değil...

Bu âlimler

"Peygamber varisi"

olan mücedditlerdir.

Peygamber varisi olmak demek,

peygamber gibi vahye değil,

bir nevi vahyin gölgesinde

ilhama mazhar olan

ilmi ile amil,

kalbi ile ilham-ı ilahiye

mazhar olabilecek safiyete

malik olmaları gerekir.

Allah'ın yardımına mazhar

olamayanlar ne derece

âlim olurlarsa olsunlar

"Hidayet"

dediğimiz Allah rızasına

götüren yolu gösteremezler.

 

Müceddid,

asrın hastalığını

iyi teşhis etmeli,

ıslah çarelerini göstermeli

ve kendini o işe vazifeli görmelidir.

Saf islamın ilim,

ruh ve düşüncesini diriltmeli,

ilmiyle amil olup,

davranışları ile İslam'ı

temsil etmelidir.

Yine müceddidin dinde

içtihad etme gücü olmalıdır.

Metot göstermeli,

din düşmanları ile mücadele etmeli,

farz ve sünnetleri ihya etmeli

ve tecdidi cihanşümul olmalıdır.

"Peygamberlere varis olma

" bunların vasfıdır.

"Tam müceddid,

bu vazifelerin

tümünü yapandır.

Şimdiye kadar gelen

müceddidler, bir

kısmını yapmışlardır"

Bu durumda ahir zamanda

gelecek olan "Mehdi"

tam müceddirdir.(2)

Karıncayı emirsiz,

arıları ya'subsuz

bırakmayan Yüce Allah,

insanları da başıboş

bırakmamıştır.

Yüz yirmi dört bin

peygamber göndermiş

ve Hatemü'l- Enbiya

Hz. Muhammed (ASM)

ile bu kapıyı kapamıştır.

Hz. Muhammed (ASM)

son peygamber olduğu için,

kıyamete kadar onun

şeriatını koruyacak olan

müceddidlerin,

ümmetinden geleceğini de

"Muhakkak ki Allah bu ümmete

her yüz yılbaşında bir müceddit

göndererek dini yeniden

ihya eder" (3)

hadisi ile bildirmiştir.

İslam bilginleri

yüzyıl başı olarak

genellikle hicri yılı kabul

etmişlerdir.

İslam dininin

kuvvetli ve güçlü olduğu

zamanlar vardır.

Güçlü olduğu zaman

herkesin dini konuda

bilgi sahibi olduğu,

âlim konuşunca dinlenildiği

ve itibar edildiği,

cahil konuşunca

susturulduğu zamandır.

Zayıf olduğu zaman ise

herkesin dini konuda cahil olduğu,

âlim konuşunca dinlenilmediği,

cahil konuşunca dinlenildiği ve

itibar edildiği zamandır.

Bunun için dinin ihyası ilimle,

zaafı da cehaletledir.

Bunun için

mücedditlerin

görevi ilmi yaymaktır.

Dinin tecdidi,

onun ihyası demektir.

İlmin ihyası

dinin ihyası demek

olduğundan müceddit

mutlak surette âlim olacak

ve yazdığı eserler ile

ilmi ihya edecektir.

Müceddidin

âlim olması hususunda

ulemanın ittifakı vardır.

Muhaddis ez-Zühri (v. 124/740) ve

Ahmed bn. Hanbel (v.241/855)

müceddit olarak

1. asırda Ömer bn. Abdülaziz ve

2. asırda İmam-ı Şafi'yi kabul ederler.

Biri 101 yılında diğeri

204 yılında vefat etmişlerdir.

"Yüz yıllık bir zaman dilimi

sona ererken hayatta olan,

iyi tanınan ve kendisine atıfta

bulunulan âlim" (4) müceddit sıfatını alır.

 

Yine mücedditler

Al-i Beyttendirler.

Nitekim peygamberimizin (ASM) :

"Allah dinine bağlı olanlara

her yüz yılbaşında benim

ehl-i beytimden,

dinle ilgili konuları onlar için

ihya edecek birini ba's edecek,

gönderecektir." (5)

hadisi bunu teyit eder.

Müceddidin diğer görevleri

ve fonksiyonu da

"Yürürlükten kaldırılan

herhangi bir ameli

Kitap ve sünnete göre

ihya etmek ve

uygulanabilirliğini

göstermektir." (6)

İmam-ı Şafi için

"Sünneti izhar etti,

bid'atı ise imha etti."

denilmiştir.

Bu da tecdidin özüdür.

Müceddidin belirlenmesi,

onunla çağdaş ulemanın

zann-ı galibi;

talebelerinin ve yazılarının

sağladığı fayda ile anlaşılır.(7)

Bu açıdan

İmam Muhammed

el-Gazzali (v.505/1111)

tartışmasız tam müceddittir.

 

Kur'an'da peygamberlerin

görevlendirilmesi ile

ilgili "Yeb'asü" ifadesinin

hadiste mücedditler için

kullanılması cay-ı dikkattir.(8)

Bunun sebebi ise

onun dağıttığı hidayettir.

Genellikle Mücedditler

Şafi'î mezhebine mensup olup

Tâceddin Abdülvahhab

İbn-i es-Sübkî (v.728/1326)

şafi'i olanları sayar.(9)

Tasavvuf erbabı

bunun haricindedir.

Tasavvufta kutup derecesine

çıkan aktablara,

Hz. Peygamberimiz (sav)

Hulefa-i Raşidin,

Abdülkadir-i Geylani ve

Hızır (as) cübbe giyerek

manevi âlemde

manevi feyze ve irşada tayin

etmesi bunun dışındadır.

Zira Müceddit,

Şeriatta imamdır,

kutup ise tarikatta rehberdir.

Tarikattaki kutupların

şeriate ve şeriat imamlarına

katiyyen uyması zarureti vardır.

İmam-ı Rabbani

Müceddid-i Elf-i Sani

Şeyh Ahmed-i Sirhindi (v. 1034/1624)

ikinci bin yılının müceddididir.

Mektubatında der ki:

"Bin yılda bir ulu'l-Azm

peygamber gelir.

Şimdi ise bin yılda büyük bir

müçtehit gelmektedir." (10)

Şah Veliyullah Dehlevi (v. 1176/1763) de

Nakşibendî silsilesinden

müceddit cübbesi giymiştir.

Kendisine

"Hilatül-Müceddidiye"

ihsan edilmiştir.

13. asırda ise Sirhindi'nin

manevi halifelerinden

Mevlana Halid-ı Bağdadi (v.1242/1827)

bu makama layık görülmüştür.

Kendisi "Gulam Ali"

diye meşhur olan

Şah Abdullah Dehlevi'nin

talebesi olduğu için

Nakşibendî Müceddidi

sayılmıştır.

Mücedditler

sünnete bağlılığı teşvik

ve bid'attan kaçınmaya

davet ederler.

Allamelerden Aliyyu'l-Kari: (v.1014)

"Müceddidler ilmin azaldığı,

sünnetin terk edilmeye yüz tuttuğu,

cehalet ve bidatlerin yayınlaştığı

bir dönemde çıkacaklarını" belirtir.

Hafız Münavi de

"Dini yenilemekten maksadın,

bidatleri sünnetten ayırmak,

ilmi yaygınlaştırmak,

ilimle uğraşanlara destek olmak

ve bidat sahiplerini zelil ve

erişan etmek"

olduğunu söylüyor.

Alkami ise müceddidlerin görevinin

"Kitap ve sünnetten yaşanılmayan

ve unutulanları tekrar canlandırmak

ve emir gereğince

davranılmasını sağlamak"

diye yorumlar.(11)

Her şeyden önce

müceddid

sünnet-i seniyyeyi

ihya ve neşirle tanınır.

Gecesini-gündüzünü buna verir.

Ehl-i bidayı eserleri ve

dersleriyle tesirsiz hale getirir.

Şayet bu özellikler müceddid

denilen zatta bulunmazsa,

ne derece âlim olursa olsun

müceddid sayılamaz.(12)

Müceddidlerin vazifeleri,

dini geldiği tazeliğiyle

korumaktır.

Üzerine konan

tozları silkelemek,

bidat kirlerini temizlemek,

dini asliyetine kavuşturmaktır.

Onlar kendilerinden

yeni bir şey ihdas etmezler.

İslam'a ve

sünnet-i seniyyeye

harfiyen ittiba ederler.

Ona yöneltilen tecavüzleri defeder,

dinin ulviyetini izhar ederler.

Bunu yaparlarken,

"tavr-ı asasiyi bozmadan,

ruhu asliyeyi rencide etmeden"

yeni izah tarzları ve

yeni ikna usulleriyle

yeni tevcihat ve tafsilat ile

ifay-ı vazife ederler.(13)

İhlâsta, sadakatta,

samimiyette örnek şahsiyetleriyle

ve ilmi üstünlükleriyle İslam'ı

anlama ve anlatmada

en ileri seviyededirler.

Zamanın

bütün ilimlerine vakıftırlar

ve ilhama mazhardırlar.

 

Mücedditler

Şu vasıfları üzerlerinde taşırlar :

 

1. Kendilerine yalnızca

Kur'anrehber edinirler.

 

2. Her biri,

fende mütehassıs

geniş bir fikre,

ince bir nazara ve

tam bir ihlâsa sahiptirler.

Derin bir içtihat ve

kuvve-i kudsiye sahibidirler.

 

Hakikatleri saf ortaya

koymak için kendi hususi

meslek ve meşreplerinin

tesirinde kalmamış ve

hevesini karıştırmazlar.

3. Cenab-ı Hakkın

rızasından başka hiçbir

maddi manevi menfaati

gaye edinmezler ve bu

halet de hayatında herkes

tarafından müşahede edilir.

4. Kur'an-ı Kerim'in

bulunduğu asra bakan veçhesini

keşfedip, avamdan havasa kadar

her tabakanın anlayacağı,

istifade edeceği bir

üslupla beyan ederler.

5. Kur'an ve

iman hakikatlerini

cerh edilmez delillerle

ispat ederek ders verirler.

6. Aklı, kalbi, vicdanı ve ruhu

tenvir, tatmin ve musahhar

ederler ve şeytanı dahi ilzam

edecek derecede kuvvetli,

gayet beliğ,

nafiz ve müessir dersler ile

meselelerini anlatırlar.

7. Hakikatlerin derkine

mani olan benlik, gurur, ucub

ve enaniyet gibi kötü hasletlerden

kurtarıp tevazu, mahviyet gibi

yüksek ve güzel ahlaklara

sahip kılarlar.

8. Resul-ü Ekrem'in (sav)

sünnetine ittiba ederler,

ehl-i sünnet ve'l- cemaat

mezhebi üzere ilmi ile amildirler,

azami züht ve takva,

azami ihlâs ve

dine hizmetinde sebat,

azami sıdk, sadakat ve fedakârlığa,

azami iktisad ve kanaate sahip

ve malik olmak da onların

vasıflarındandır.

9. Kur'anî ve

şer-î meseleleri

beyan ederken,

şu veya bu tazyik

altında kalmayan,

işkence ve idamı nazara almayan,

herhangi bir tesir altında

kalarak fetva vermeyen,

dünyaya meydan okuyacak

bir iman kuvveti ile hakikatleri

pervasızca söyleyen,

İslami şecaat ve cesarete maliktirler.(14)

Peygamberimiz (sav)

her yüzyılda bir Müceddit

geleceğini bize bildirdiği gibi

kıyamete kadar gelecek mücedditlerin

sayısını da haber vermiştir.

Nitekim bir hadis-i şerifte

"On iki halife gelecek ve

sonra İsa ruhullah nüzul ederek

deccalı öldürecektir" (15)

buyurmuşlardır.

Yine

"Bu din on iki halife

elinde olduğu sürece

aziz ve güçlü kalacaktır.

Bu imamların on ikisi de

Kureyştendir"(16)

buyurmuşlardır ki bu

hadis mütavatirdir.

 

İbn-i Kesir

"Bu imamların Şianın iddiası

gibi "Ehl-i Beyt"in 12 imamı

olmadığı açıktır"

diyerek her asırda gelecek olan

mücedditlere işaret ettiğini söyler.

Tüm bu özelliklere dayanarak

İslam âlimleri her asrın müceddidini

tespite çalışmışlardır,

bu isimlerin bazılarında ittifak edilmiş,

bazılarında ise ihtilaf edilmiştir.

Biz her hicri yüz yılda müceddid

kabul edilenlerden birer

ismi şöyle sıralayabiliriz:

1. Ömer bn. Abdülaziz

(17) (H. /17–102 / M. 638–720)
2. İmam-ı Şafii

(18) (H. 150–204 / M. 767–819)
3. Ebu'l-Hasan Ali El- Eş'ari

(H.260–324 / M.873–936)
4. Ebu Bekir Bakıllani

(v. 403/1013)
5. İmam-ı Gazali

(H. 450–505/M. 1058–1111)
6. Fahreddin-i Razi

(H. 544–606 / M.1149–1209)
7. Mevlana Celalettin-i Rumî

(H. 604–672/ M.1207–1273)
8. Zeynüddin-i Irakî

(v.H. 805/ M. 1402)
9. İmam-ı Sahavi (19)

(v. H. 902)
10. Celaleddin-i Suyutî

(H.849–911/ M.1445–1505)
11. İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani

(20) (H. 971- 1033 / M. 1563-1624)
12. Şah Veliyullah Dehlevi

(H.1114–1176 / M. 1702–1762)
13. Mevlana Halid-i Bağdadi 
(21)

(H.1193–1242 / M. 1779–1826)
14. Bediüzzaman Said Nursi.

(H.1293 – 1380 / M. 1876–1960)

Mevlana

Halid-i Bağdadinin

talebelerinden Mustafa İsmet

Efendi "Risale-i Kudsiye" isimli

Osmanlıca Nakşibendî

Tarikatı Halidiye Kolu

usulünü beyan eden eserinde

Mevlana Halid'den sonra

Müceddit olarak "Mehdi"nin geleceğini,

başka müceddidin olmayacağını

ehl-i keşfin haber verdiğini

açıkça yazar ve talebelerine

ders verir.(22)

Bediüzzaman Said Nursi

yüz yıllık Mevlana Halid'in

cübbesi Asiye hanımın

dedesi Küçük Âşık aracılığı

ile intikal etmiştir.(23)

Böylece her cihetle Müceddit

olduğu kesinlik kazanmıştır.

Bediüzzaman'ın çok belirgin

ve diğerlerinden farklı bir özelliği de

Müceddit olarak zatını değil;

"Risale-i Nuru" göstermiş olmasıdır.

Tecdit işi ve işlevi bir şahıstan

bir kitaba intikal ettirilmiştir.

Bediüzzaman bunu tahdis-i nimet (24)

olarak ilan etmektedir.

Buna yine

"Risale-i Nur'un Şahs-ı Manevisi"

adını vererek kendisinden

sonra bir şahıs beklentisi içinde

olunmaması gerektiğini ima ederek

son Müceddit olduğunu ince bir

siyasetle ifade etmiştir.

Bu mücedditlerin dışında

tarikat şahları ve aktapları vardır ki,

onlar hidayet rehberleri olmuşlardır.

A. Kadir Geylani, Ahmed Yesevi,

Muhyiddin-i Arabi, Şazeli gibi...

Ancak tarikat şeyhleri her ne

kadar âlim ve abid de olsalar

mücedditlerin ve müçtehitlerin

makamına ulaşamazlar.

Onlar da müçtehit ve

mücedditlere uymak

mecburiyetindedirler.

Çünkü bir Müslüman tarikat

şeyhinin sözünü tutmazsa bir

şey lazım gelmez.

Ama bir müçtehidin şeriattaki

içtihadına muhalefet etse günaha girer.

Bunun için tüm ehli tarikat

şeriatın kabul ettiği bir ehl-i hak

mezhebe uymuş ve tabilerini de

uymaları konusunda uyarmışlardır.

Zira şeriatta imam olan bir

müçtehid veya müceddid zamanın

imamı ve halifesi gibidir.

O asırdaki tüm tarikat şeyhleri

onun emrindeki vali,

kaymakam ve mahalle

muhtarı gibidirler.

Herkes haddini bildiği ve

imama ittiba ettiği ölçüde

maiyetindekilere hükmedebilir ve

Allah'ın rızasını kazanabilirler.

Tüm hak tarikatın şeyhleri bu

sınırları en iyi şekilde

korumuşlardır.

Mehdi de son müceddit olacağı

için âl-i beytten, yani peygamber

soyundandır.

Bu husus Al-i Resulün,

Al-i İbrahim gibi olacağı

gerçeğine de uygundur.

Her Müslümanın namazın

tahiyyatında okuduğu salâvat

duasının bu istikametli yolu

Allah'tan istemesi anlamında

çok manidardır.

Mücedditlerin çoğu

Peygamberimiz'in (sav)

neslinden gelmişlerdir.

Kimi Haseni, kimi de Hüseyni'dir.

Bundan dolayı peygamberimiz (sav)

"Size iki şey bırakıyorum,

biri Kitabullah, diğeri de

Ehl-i Beytim"(25)

"Kıyamette bu iki

emanetten soracağım" (26)

buyurmuşlardır.

Yüce Allah da,

"Resulullah sizden hiçbir

ücret beklemez,

ancak Ehl-i Beyt'ine sevgi bekler" (27)

buyurarak nazarları o yöne çekiyor.

Çünkü "Ehl-i Beytim

Nuh (as)ın gemisi gibidir.

Ona sığınan kurtulur." (28)

İmam-ı Rabbani de,

"Ehl-i Beyt'imi sevmek,

ehl-i sünnetin sermayesidir"(29)

hadisini nakleder.

Müminlerin devamlı duası

selavat-ı Peygamberi olan

"Allah'ım al-i İbrahim gibi

al-i Muhammed'in

neslini de mübarek kıl"

duası kabul edilmiştir ki,

Al-i İbrahim neslinden

peygamber geldiği gibi,

Al-i Resulullah'dan da müceddid

ve müçtehitler silsilesi gelmiş.

Peygamberimiz (sav) Ehl-i Beyt'ine

muhabbeti emrederek,

ümmetin istikametini istemiştir.

Ehl-i Beytine sevgisinin

sırat-ı müstakimi netice vereceğini,

beliğane ifade etmiştir.

Kıyamete yakın

Hz. Mehdi tüm müceddid

ve müçtehidler silsilesini birleştirip

son bir irşad görevi yapacaktır.

Allah'ın (cc) gerçek velileri

bu müceddit ve müçtehitlerdir.

Çünkü İmam-ı Azam buyurdular:

"Alimler Allah'ın velileri değil ise

yer yüzünde veli yoktur."

Peygamberimiz (sav)

veliler hakkında

"Yüce Allah buyurdu,

kim benim velime,

veli kuluma düşmanca davranırsa,

ben ona harp ilan ederim.

Kulumun bana yaklaşmak için

yaptıklarının katımda en sevimli

olanı üzerine farz kıldığım ibadetlerdir.

Kulum bana nafile ibadetlerle de

yaklaşmaya devam eder.

Nihayet onu severim.

Onu sevince de, onun işittiği kulağı,

gördüğü gözü, tuttuğu eli,

yürüdüğü ayağı olurum.

Benden bir şey isterse,

şüphesiz ona veririm.

Bana sığınırsa onu korurum,

benden bir şey isterse kabul ederim"

buyurmuşlardır.(30)

İbn-i Hacer,

"Veli, Allah'ı bilen ve ona itaatte

devamlı olan ve ihlâslı olan kişidir" der.

Yemenli Şevkani de bunu kabul eder.

Nitekim Yüce Allah veliyi tarif ederken:

"İman ve takvayı esas alır." (31)

Veli, ihlâsla,

Allah rızası için

emr-i İlahiyi icraya çalışan

ve rızadan ayrılmayan kuldur.

Şu halde, onun hiçbir günahı

yokken ona düşman olup

yaptıklarına karşı çıkan,

onun temsil ettiği iman ve ibadet

ve ahlaka düşman olmuş

oluyor demektir.

İhlâs ve ihsan mertebesine

ulaşan veliler de ibadeti,

ceza ve mükâfat için değil,

Allah'a olan sevgi ve bağlılığından

dolayı yaparlar.

İbadet, onların ruh gıdalarıdır.

O'na yaklaşmak için vasıtalarıdır.

Farz ibadet içinde haramdan

kaçmak da vardır.

Nafile ibadetler içinde de zikir,

tesbih, dua ve tefekkür vardır.

Hadisin anlamı:

"İçlerine koyduğum nurum

sebebiyle onun kulağı,

gözü olurum, emrim ve

rızam dışına çıkmazlar.

Yaptıkları işlerde bu nur ile

yardım ederim de,

bu iş uygun ve düzgün olur" (32)

anlamındadır.

Şevkani bu hadisi izah eden

"Katru'l-Veli ala Hadisi'l Veli"

adında müstakil bir eser yazmıştır.

Peygamberimizin (sav)

"Ehl-i Beyt'im Nuh'un (as)

gemisi gibidir.

Buna sığınanlar kurtulur."(33)

hadisinin anlamı mücedditler ve

müçtehitlerden her hangi birisine

uyan kurtulur demektir.

Tabii ki her asrın insanı o asırdaki

müceddide uymalıdır.

Nitekim bu konuda da hadis vardır:

"Asrın imamını tanımayan cahiliye üzerine ölür.

" Cahiliyenin ne olduğunu bilen

bu hadisi anlamakta zorlanmaz.

 

Kaynaklar / Dipnotlar :

(1) Kur'an-ı Kerim, Fatır, 35:28.
(2) Mektubat, (1998) 425; Kastamonu Lah. (2001) s.145.
(3) Şemsü'l-Hak Muhammed el-Azimabadi,

Avni'l-Ma'bud fi Şerh-i Sünen-i Ebi Davud, (Medine, 1389/1969) XI: 385

Ebu Davud, Melahim, 1; Ebu Davud, Mişkat, 1: 82; Keşfü'l- Hafa, 1: 243–244.
(4) Avnü'l-Ma'bud, XI: 386.
(5) Celaleddin-i Suyuti, et-Tehaddüs bi-Nimetullah,

Nşr: E. Sartain (Cambridge, 1975) 11:216.
(6) Azimabadi, Avnül-Ma'bud, XI: 386.
(7) Suyuti, Tahaddüs bi-Nimetilllah, 1:225–226.
(8) Kur'an, Âl-i İmran, 3:164; Â'raf, 7:103, Yunus, 10:74;

İsra, 17:15; Kasas, 28:59; Mü'min, 40:34, 62:2.
(9) Suyuti, Tahaddüs bi-Ni'metillah, 1:218.
(10) Sirhindi, Mektubat, (Karaçi, 1393/1973) 2:21 ve 1:390.
(11) Avni'l- Ma'bud, 11: 386.
(12) Sikke-i Tasdik-i Gaybi, (2001) s. 230–231; Şualar, (1997) s. 677.
(13) Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 230–231.
(14) Sözler, (1998) s. 706.
(15) İbn-i Hacer el- Askalanî, Fethu'l-Bârî, 13:213.
(16) Buhari, Ahkam, 51; Müslim, 3:1452; İbn-i Hibban,

Sahih, 15:43; Hâkim, Müstedrek, 3:715.
(17) Hilafet noktasında. Bu isimde, Zühri,

Ahmed bn. Hambel, mütekaddidimin ve müteharrin

imamlarından bazılarının ittifakları vardır.

(Avnü'l- Ma'bud 11: 384–387).
(18) Ahmed bn. Hambel onu müceddid olarak kabul ederken,

(Keşf'l- Hafa, 1: 244)

Mevdudi ise, dört mezhep imamını

bir müceddid kabul eder. (İslamda İhya Hareketleri,

Mevdudi, s. 55–56).
(19) Keşfü'l- Hafa, 1:244.
(20) Şualar, 152.
(21) Bediüzzaman, Sikke-, Tasdik, 15.
(22) Mustafa İsmet Efendi, Risale-i Kutsiye, (Osm.) s. 76.
(23) Kastamonu Lahikası, 62; Sikke-i Tasdik,

14–16; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 44, 46, 47.
(24) Duha, 93:11.
(25) Tirmizi, 2:308; Müslim, Fazail-i Sahabe, 1.
(26) Ebu Nuaym, Hilyetü'l Evliya, 1: 355.
(27) Şura Suresi, 42:23.
(28) Hilyetü'l - Evliya, Ebu Nuaym, 4:306.
(29) İmam-ı Rabbani, Mektubat, c:2; 36.Mektup.
(30) Buhari, Rikak, 28.
(31) Yunus, 10:62–64.
(32) Şevkani, Katrü'l- Veli ala Hadisi'l- Veli, s.427–436.
(33) Mektubat-ı Rabbani 1: 51.Mektup.



 

bottom of page